Yazar: Melike ÇAVUŞ (12 Yaşında)
Editör: Yağmur KARACAN
15 Rabiulahir 847
Selamünaleyküm, ben Sina. Nurullah Paşa Mektebi’nden bir erkek öğrenciyim.
Çok heyecanlıydım, çünkü ustam Kuşçu Efendi beni çalışmalarının olduğu yere götürecekti. Bu yüzden hemen kâğıt kalem alıp başladım ustama sualler sormaya:
- Usta?
- Ne oldu Sina?
- Usta, senin kullandığın şeyler gavur icadı mı?
- Hayır, yavrum. Bugüne bugün kocaman Osmanlı’da ilim gelişti, ben de imkânım yettiği kadarıyla kendim yaptım.
-Yaaa, öyle mi?
- Öyle…
- Peki usta, şu gökteki büyük taşın haritasını neden çıkardın?
- Ay’ı mı kast ediyorsun?
- Evet ustam.
- Bak evladım, istikbalde gençler hep bize bakacak. Baktıkça da bizden esinlenecekler ve yeni buluşlar ortaya çıkaracaklar.
Biz yürüyedururken ustam iri bir tahta kapıyı açtı ve içeriye geçtik. Kendime küçük bir tabure aldım ve oturdum. Kuşçu Bey siyah bir mürekkep kutusu ve kuş tüyü çıkardı. Tüyün ucunu mürekkebe bandırıp yazı yazmaya başladı.
- Usta ne yazıyorsun?
-Bulutların tadı nasıldır, onu yazıyorum.
-Cidden mi usta?
-Hayır, tabi ki!
-Peki, ne yazıyorsun usta?
- Dünya’nın ekseninde yaptığım hesaplama doğru mu, onu kontrol ediyorum.
- Tamam usta…
Sükût tüm odayı kaplamıştı. Eğer bir şey yapmazsam sıkıntıdan çatlayacaktım.
- Usta, sana neden herkes "Kuşçu’" diye hitap ediyor?
Bir anlığına yazmayı bıraktı. Derin bir nefes aldı, belli ki suallerimden öfkelenmişti.
- Çünkü babam, Muhammed Timur'un torunu olan Uluğ Bey'in kuşçusu olduğu için, önce kendisi "Kuşçu" lakabıyla, sonra bizim tüm sülale kuşçu lakabıyla ün saldı.
- Peki, sen bu kadar vukufu nereden öğrendin?
- Vaktinde Bursalı Kadızâde Rûmî, Gıyaseddin Cemşid ve Muînuddîn Kâşî’den eğitim aldım. Daha sonra vukufumu arttırmak için Kirman'a gittim.
Vakit epeyce ilerlemişti. Güneş’in batmasına iki arşın kala ustaya baktım ve dedim ki:
- Usta benim memleketin oralarda gece nurlar çok güzel gözükür. Belki bir ara benim memlekete gelirsin, sonuçta orada seni misafir olarak ağırlamayı çok isterim.
Yazmayı bıraktı.
-Ananın babanın haberi var mı?
-Evet usta.
-Peki, orada beni ağırlayacağın yer var mı?
-Gerekirse yerde yatarım usta!
Elindeki tüy kalemi bıraktı ve ayağa kalktı.
- Olur, eğer Allah nasip ederse senin memleketinin oraya da gideriz.