Yazar: Hilal Zümra ALAYLI (10 Yaşında)
Editör: İdil YILDIRIM (10 Yaşında)
Şef Editör: Yağmur KARACAN
Çocuklardan şu cümleleri çok duyarsınız:
“Sıkıldım artık okuldan, tatil olsa da kurtulsak.”
“Öfff okula gitmek istemiyorum.”
“Yine ödev var, bıktım artık yaaaa!”
En çok istedikleri şey okulların bir daha açılmamak üzere kapanmasıdır. Yani çoğu böyle ister. İşte bir gün bu oldu. Milli Eğitim Bakanı: “Çocuklar okuldan bıktı. Öğrenmeye hevesli de değiller, bari kapatalım okulları gitsin. Benim de zaten emeklilik yaşım gelmişti.” deyiverdi.
Açıkçası herkes şaşırmıştı. Çünkü bütün halk okullar kapanınca onun işsiz kalacağını biliyordu. Ama bilmedikleri bir şey vardı. Cumhurbaşkanı, matematik öğretmenlerini ülke ekonomisini hesaplamak için, Türkçe öğretmenlerini ülkeye gelen göçmenlere Türkçe öğretmesi için, İngilizce öğretmenlerini toplantılarda çevirmenlik yapması için ve diğer öğretmenlere ise kendi alanlarında işler yapması için maaş veriyordu. Milli Eğitim Bakanı’nı ise öğretmenler yönetiyordu. Bunu neden mi yapıyordu? Çünkü okulların yapımında parayı kendisi veriyordu. Halk ise bunu Milli Eğitim Bakanı’nın yaptığını sanıyordu.
Çocuklar o kadar mutlu olmuşlardı ki Milli Eğitim Bakanı’nı ziyarete gittiler. Hiç eli boş gidilir mi? Kantinde harcamadıkları harçlıklarını birleştirerek bir paket baklava ve bir buket çiçek götürdüler yanlarında. Bakanla bir süre sohbet ettikten sonra bütün çocuklar kendilerini parka attılar.
İlk hafta erken kalkıp sokağa çıktılar. İkinci hafta öğlene kadar televizyon izleyip öğle yemeğinden sonra yine sokağa çıkmaya başladılar. Üçüncü hafta ise günün çoğunu evde geçirdiler.
Yaklaşık bir ay sonra çocuklar sıkılmıştı.
İstedikleri kadar televizyon izleyebiliyorlardı ama yine de sevmemişlerdi bu hayatı. Artık tüm çocuklar anne ve babalarının iş yerlerine gidiyorlardı. Orada bütün gün çalışıyor, akşama onlarla beraber eve dönüyorlardı. Fakat gün geçtikçe çocuklar bundan da bıktı. “Keşke okullar kapanmasaydı.” cümleleri havada uçuşuyordu.
Üç ay geçmişti. Çocuklar arada bir okula gidiyor, bahçesinde oyun oynuyor ve sınıfları tek tek dolaşıyorlardı. Yeşil tebeşirle tahtalarına okullarını çiziyor ve kalp içine alıyorlardı. Öğretmenlerini nasıl da özlemişlerdi.
Aradan tam bir yıl geçti. Çocuklar ikiyle ikiyi toplayamaz hâle geldiler. Akıllarında kalan tek şey çocukların eğitim hakkı olduğuydu. Şu an bu haklarının ihlal edildiğini bütün çocuklar biliyordu. Okulsuzluğun ne kadar kötü bir şey olduğunu şimdi anlamışlardı. Çok ama çok mutsuz ve bilgisizlerdi. Tek çare Milli Eğitim Bakanlığı’ndaydı. Gidip şikayet edeceklerdi. Aslında dilekçe yazmaları gerekiyordu ama daha fazla bekleyemezlerdi.
Milli Eğitim Bakanlığı’na gittiler ve binadan içeriye daldılar. Odaları gezerken, “Milli Eğitim Bakanı” yazan tabelalı odanın kapısını tıklatıp içeriye girdiler. Masada koca göbekli, sakallı bir adam oturuyordu. Masadaki sümen takımında “Recep Çalışan” yazıyordu. İçlerinden biri: “Merhabalar Sayın Başkanım. Biz size bir şikayette bulunmak için gelmiştik.” dedi.
Sonra diğeri devam ettirdi: “Biliyorsunuz ki okulları kapattırdınız. İlk başta bu hepimizin hoşuna gitmişti fakat şu anda hepimiz bu durumdan şikayetçiyiz.”
Ardından bir başkası: “Hem de çok şikayetçiyiz! Sıkıntıdan patlamaya başladık. Bir kere bir kaç diye sorsanız iki deriz, o derece kötü durumdayız yani.”
En son bir çocuk da: “Uzun lafın kısası okulları geri açabilirseniz herkes çok sevinecek.” dedi.
Bakan konuşmaya başladı:
“Ama çocuklar, şimdi siz de bir karar verin canım. Bir kapatın diyorsunuz, bir açın. Hangisini yapayım ben?”
Arkadan bir çocuk: “Dedik ya, açın işte.” Sonra kaba davrandığı için özür diledi.
Recep Bakan, “Vallahi çocuklar şimdi siz istiyorsunuz diye okul mokul açamam.” dedi.
Çocukların hepsi sinirlenmişti. Hırsla binadan çıkıp evlerine gittiler.
Çocuklar kırtasiyelerden dolu dolu test kitapları ve konu anlatımlı kitaplar alıyordu. Bir kitap bitiyor, hiç beklemeden diğer kitaba geçiyorlardı. Çocuklar ders çalışmaktan deli olmuşlardı.