Yazar: Elif Zümra GÜLERYÜZ (12 Yaşında)
Editör: Zeynep Asya FAZLIOĞLU (13 Yaşında)
Şef Editör: Yağmur KARACAN
Merhaba, sevgili okurlar. Bu yazımda size İnterneti Bozan Çocuk kitabından bahsedeceğim.
Kitabımız Frank Cottrel-Boyce tarafından kaleme alınmış olup dilimize İpek Güneş Çıkay tarafından çevrilmiştir. Frank Cottrell-Boyce 23 Eylül 1959 Britanya doğumlu bir senarist ve yazar olmakla birlikte kariyerinde oyunculuğu da deneyimlemiştir. Yazımda bahsedeceğim kitabın ise 2022 yılında ilk baskısı Tudem Yayıncılık tarafından gerçekleştirilmiş ve şimdiye kadar iki baskısı yapılmıştır. İnterneti Bozan Çocuk, 10 yaş ve üzeri herkesin severek okuyacağı bir kitaptır.
Kitabın kapağında altı çocuk, uçurumdan düşen bir otobüs, harita, dürbün gibi pek çok görseller yer almaktadır. Kitabı ilk elinize aldığınızda kapak tasarımı o kadar da etkileyici gelmeyebilir. Kapak görselleri okuyucuya ipuçları verme çabasında bir tasarımla karşımıza çıkmaktadır. Tasarım kötü olmamakla birlikte bazı görsellere yer vermenin çok da gerekli olmadığı hissi verdiğini söylemeden geçemeyeceğim. Bu durum kimi okur için can sıkıcı olsa da kimi okur için de önemli bir husus olmayabilir.
Olay, okul gezisine çıkan bir grubun navigasyon cihazının azizliğine uğramasıyla başlıyor. Her ne kadar bir şey olmaz hangi devirdeyiz diye düşünülse de, aslında grubun hangi devirde yaşadıklarının pek önemi kalmıyor. Çünkü ana karakterimiz olan Nuh, yanlışlıkla tüm dünyada interneti kesmiş oluyor. Grup adadan çıkmaya çalışırken beklenmedik bir olayla daha karşılaşıyor. Heyecan tam burada başlamışken kitabın olayı ve konusu hakkında daha fazla bilgi vermeden, heyecanı okurken hissetmenizin daha güzel olacağını bilerek susuyorum. Kitabı okurken hissedeceğiniz duygularda karakterler hakkında neler düşüneceğinizi merak ediyorum. Çünkü karakterlerin ustaca hazırlandığı konusunda hala bazı karasızlıklarım var. Bazı karakterler çoğu yerde güzel yansıtılmışken bazı karakterler de neredeyse hiç yansıtılmamış. Örneğin bizler Havva karakterinin bilgili, azimli olduğunu anlayabiliyoruz. Ancak kitabı okurken aklımızda “Acaba Havva bu resimdeki karakterlerden hangisi?” gibi yanıtını bulamadığımız ya da kafamızda tam olarak oturmayan yanıtlarla kitabı raflarımızdaki yerine koyuyoruz.
Kitabı ilk gördüğümde “Aman Allah’ım ben bu kitabı nasıl okuyacağım?” dedim. Ancak takdir edersiniz ki önyargılar bizleri çoğu zaman yanıltır. Ben de kısmen yanılmış oldum. Kitaplarda okumadan önce dikkat ettiğim iki özellik vardır. Bunlardan ilki kapak resmi, ikincisi de arka kapak metnidir. Bu kitap daha ilk özellikle hislerimi yormuştu. Daha önce de belirttiğim gibi bazı okurlar için kapak tasarımı bir problem olabiliyor. Öyle ki kitaptaki ana unsurların neredeyse hepsine yer verilmiş olması göz yorgunluğum ile önyargımı tetiklemişti. Eğer kitabı okurken çok heyecanlanırsanız kitabın kapağına bakın hemen anlarsınız sonunu. Hediye paketini heyecanla açmaya çalışırken içinde ne olduğunu duymanın verdiği hayal kırıklığını yaşarsın o an. Ayrıca kitabın sonundan söz açılmışken kitabın kapağında yer verilemeyecek şekilde bir gizem var aslında. Kitap bu gizem üzerine kurulmuş ancak siz bunu neredeyse üç yüz sayfa okuduktan sonra anlıyorsunuz. Benim kitaplardaki en sevdiğim özellik, can alıcı noktalardan birini kitabın sonuna yerleştirmeleridir. Çünkü “Oh iyi ki bu kitabı okumuşum.” hissi yüzümdeki gülümsemeye sarılıyor.
Eğer bir kitap ustalıkla yazılmadıysa, sonunu başta öğrenmek çok da iyi bir anlatım tarzı değil bence. Doğrusu bu kitabın beklediğim ustalıkla yazılmış bir kitap olduğunu söyleyemem. Bu yorumu yapabilmem için elbette bir takım deliller sunmam gerekiyor. Bu delillerden en göze çarpanı okurken fark edeceğiniz, abartılı bir şekilde yapılmış betimlemelerdir. Biz okuyucular sadece bu yanlış sebebiyle olayın geçtiği adanın haritasını zihinlerimizde canlandırmakta güçlük çekiyor ya da bu haritayı zihnimizde canlandıramıyoruz. Kitap okul gezisine kaçak bir şekilde katılmış olan Nuh’un bir umut, ailesine gider diye yazdığı mektuplardan oluşuyor. Bu sırada ona yardımcı olan ailenin mektuplarını da görmek mümkün. Kitap belki bu formatta yazılmasaydı daha çok betimlemeye, benzetmeye yer verilebilirdi. Yazarın yerinde olsam kitabı normal bir roman gibi yani mektuplar halinde olmadan yazardım. Böylece konuyu, anlatmak istediklerimi okuyucuya daha iyi aktarmış olurdum.
Bu kitapta en beğendiğim nokta ise konusu ile bende yarattığı algı idi. Tamamen internetsiz bir ortamda çocukların ne kadar güçlük çektiklerinin resmedilmesi oldukça ilgi çekiciydi. Şu an bulunduğumuz ortam internetin neredeyse her türlü imkânından yararlandığımız bir ortamken çocukların yaşadıklarını anlamamız elbette ki iyi bir anlatım gerektiriyor. Yazar bu anlatımı ustalıkla yapamamış olsa da çocukların neler yaşadıklarını okurken hissediyor ya da gözünüzün önünde canlandırabiliyorsunuz.
Keyifle okumanızı ve kendinizce farklı kazanımlar çıkarmanızı diliyorum. Sizlerle yeni yazılarda beraber olmak üzere yazımı, yazarın şu cümleleriyle bitirmek istiyorum:
“Altın değişmez, paslanmaz. Hiçbir maddeyle etkileşime girmez. Orada öylece, altın olarak kalır. Fakat insanları açgözlü canavarlara dönüştürür, şehirleri yakıp yıkar, arkadaşları ihanete sürükler, her şeyi yok eder. “