Yazar: Salih DOYGUN (10 Yaşında)
Editör: Ayşe Rana ALTUN (11 Yaşında)
Şef Editör: Yağmur KARACAN
O güne kadar Merhametliyiz şehrinde hiçbir aksilik yaşanmamıştı. Bu yüzden gece sokaklarda dolaşan karanlık suratlı adamların “rap rap” yankılanan ayak seslerini kimse umursamadı. Kimse yarın olacakları tahmin edemedi. Karanlık suratlı adamlar sırayla evlere girip uyuyan insanların kalplerinden merhameti söküp şehir merkezinde inşa ettikleri gri binaya götürdüler.
Fasni, o gün uyandığında önce kahvaltı hazırlamamak için kendini şarj kablosuyla bağlamaya çalışan annesini gördü. Sonra babasını işe gitmemek için süpürgenin içerisindeki 985.679.327.547.238 adet tozu sayarken buldu. Kimse başkası için para kazanmak ya da yemek yapmak istemiyordu. Sanki 985.679.327.547.238’ye kadar saymak işe gitmekten daha kolaymış gibi.
Kısa sürede herkes dükkânını kapatıp vaktini ona buna sataşarak geçirmeye başladı. Kimse bir başkasına yardım etmediği gibi yardım da istemez oldu. On binlerce insana hizmet etmeyi gururuna yediremeyen vali bile vatandaşla tartışmaya başladı. Fabrikalar, “Malımız bizimdir,” diyerek marketlere mal göndermedi. Marketler ise “Biz sizin hizmetçiniz miyiz?” deyip satış yapmadı.
Şehirdeki bu kargaşanın sebebinin karanlık suratlı adamlar olduğu bir sır değildi. Ancak polisler karanlık suratlı adamlardan korktuğu için tutuklamıyordu. Çünkü karanlık suratlı adamlar insanları ayakları altında diri diri ezmeyi, pekmez yapmak için üzüm ezmeye benzetiyorlardı. Bundan da keyif alıyorlardı. Fasni olanlardan çok sıkılmıştı.
Tüm cesaretini toplayıp gri binaya yürüdü ve içeri girdi. Kimse karanlık suratlı adamların evine girecek kadar cesur olmadığından kapıyı kilitleme zahmetinde bulunmuyorlardı. Bir an dondu kaldı. Dışarıdaki güneşe rağmen içerisi çok soğuktu. Öyle ki yerler binaya girip donan ölü sineklerle doluydu. Derin bir nefes aldı ve havayı kokladı. Burnunu gıdıklayan kokuyu takip edip sağdaki ilk odaya girdi. İçeri adımını attığı anda koku yoğunlaştı. Ağzında ise sevdiği tüm o şeylerin tadı belirdi: limonlu kek, çikolatalı dondurma, çilekli pasta… Kokunun tadı vardı. Bir an için sevdiği tüm bu lezzetlere kapıldı ama sonra kendine geldi
Karşısındaki kocaman rafta duran cam kavanozları fark etti. Hayır, daha doğru ifadeyle kavanozlara tıkıştırılmış merhametleri fark etti. Koşup merhametlerden birkaçını kucakladığı an hortuma kapılmış giden bir rüzgâr gülü gibi titremeye başladı. Arkasında havada uçan, dumanlardan oluşmuş karanlık suratlı bir adam vardı.
Fasni hemen bir tekme savurdu ama nafile, bu dumanı dağıtmaktan başka bir işe yaramadı. Hemen kapıya koştu. Karşısına devasa bir adam çıktı. Fasni adama bağırdı: “İnsanların merhametlerini çalmaya utanmıyor musun?”
Adam afalladı. Herkesin ondan korkmasına alışmıştı. Fasni bundan yararlandı ve çıkışa koştu. Fakat o da ne? Dumanlardan oluşmuş adamlar her yeri sarmıştı. Şehir tamamen dumanla kaplanmıştı ama insanlar birbirlerine sataşmaktan neler olduğunu görmüyordu.
Fasni kucakladığı kavanozları yere fırlattı. Kavanozlar asfalta çarpınca tuzla buz oldu: “Şangıııırrr!” Kavanozlardan kurtulan merhametler göğe yükseldi. El ele tutuşmuş rengârenk pamuk şekerler gibiydiler. Ardından gökyüzü bembeyaz oldu.
Dünyadaki her rengi içinde barındıran bir merhamet hortumu oluştu. Gökten renk topları yağmaya başladı. Her top sahibini buluyor ve göğsüne giriyordu. İnsanlar merhametlerini geri alırken, duman dağılmaya başladı. Karanlık suratlı adamlar bir anda alev aldılar ve kısa sürede birer ateş toplarına dönüştüler. Nihayet toprak onları yuttu ve bir süreliğine gittiler.
Kötülerin kötülük yapma konusunda, iyilerin iyilik yapmasından çok daha kararlı olduğu bir dünyaydı burası. Karanlık suratlı adamlar da geri dönmeyi başardılar. Yeniden, türlü oyunlarla insanların kalplerindeki merhameti alıp kulaklarına kötülüğü fısıldadılar. Zulüm, soykırım ve kavgalar tekrar başladı. Onları durdurmak için tek gereken ise Fasni gibi bir çocuktu. Cesur, kararlı, azimli, iyi yürekli sizler gibi bir çocuk…