Yazar: Ömer Şamil GÖKMEN (12 Yaşında)
Editör: Ahmet Ömer ORUÇ (13 Yaşında)
Çizer: Zeynep Bera Tozlu (12 Yaşında) Şef Editör: Yağmur KARACAN
Ve yine başladığımız yere gelmiştik, labirentte kaç saattir dönüp duruyorduk. Çoğu kişi gibi ben de neden bu saçma yarışmaya katıldım diyordum. Önüme çıkan ilk yola saptım, ilerlerken bizim sınıftan Ali’yle karşılaştım. O da çok bitkin görünüyordu, ikimiz de yorulmuştuk ve konuşacak birini bulduğumuz için seviniyorduk.
- Sence de bu labirent oyunu çok saçma değil mi? Saatlerdir heykelciği arıyoruz, ama bulamadık. Fark ettin mi bilmiyorum ama, bu labirent oyununda hiçbir yol heykelin odasına ulaşmıyor.
- Haklısın, ama bence zor olsun diye böyle bir yol izlemişlerdir, ne de olsa ödül hiç fena değil, 2 milyon lirayla neler neler yaparsın.
- Aklıma ne geldi; takım olarak heykeli ararsak daha çabuk buluruz, hem ödül çok fazla ikimize de yeter.
Ali’nin fikri bana da mantıklı geldi ve beraber aramaya başladık. Bazı yolların sonu çıkmazdı, en sonunda karşımıza iki ayrı yol çıktı. Ben sağa, Ali sola gitmeye karar verdik, ama heykeli kim bulursa bulsun ödülü bölüşecektik. Tam o sırada süreyi bildiren elektronik sesi duyduk, "Son 5 saat!" Aceleyle yola koyulduk.
Benim gittiğim yol önceki yollardan farklı olarak duvarlarda çim yerine kristal vardı. Uzun bir süre sonra geniş bir bahçeye geldim. Bahçenin ortasında küçük bir kulübe vardı, camları kristalden olduğu için içerisi görünmüyordu. Kulübenin minik tozlu kapısına yöneldim, kapıyı açmak için zorladım, galiba kilitli diye düşünüp hemen anahtarı aramaya başladım. Ama aramam süre sesiyle kesildi ‘Son 2 saat’. Ben de anahtarı aramaktan vazgeçip kapıyı kırmaya yarayacak malzemeler aramaya başladım. Bir süre sonra kulübenin arkasındaki odunlukta sağlam bir odun buldum kapıyı birkaç denemeden sonra nihayet kırmayı başardım.
Kulübenin içi tozlu örümcek ağlarıyla kaplıydı, büyük işlemeli bir sandık dışında hiçbir şey yoktu. Ben de hemen sandığı açtım sandığın içinden çıka çıka eski bir harita çıktı. Hiç yoktan iyidir diye düşünüp hemen haritayı aldım. Harita beni kulübenin bodrum katına yönlendirdi. Bodrumda pek kayda değer bir şey yoktu, ama bodrum katının altındaki bir kata inen merdiven açıkça gözüküyordu; hiç tereddüt etmeden merdivenden aşağı indim. Aşağı kat çok nemli ve tozluydu az daha boğuluyordum ama heykelciği aramaya başladım. İşte orada eski ahşap rafların arasındaydı, heykelciği kaptığım gibi sevinçle bağırdım. Tam o sırada elimdeki heykel hareketlenmeye başladı.
- Kamil, Kamiiil gel artık oğlum!
- Offf tamam anne geliyorum yazar olmaya da mı izin yok şu evde ya…
Neyse yemekten sonra yazmaya devam ederim.