Yazar: Yusuf Sadık UZUN (9 Yaşında)
Editör: Yusuf Ziya DEMİR (11 Yaşında)
Şef Editör: Yağmur KARACAN
1909, Sıcak Bir Yaz Günü...
Merhaba! Ben, Rus doktor Andrey. Rusları iyi bilirim ve edebiyata önem veririm. Bugün herkesin tanıdığı bir yazar ile tanışacağım. Onun hayranlarından olduğum ve birçok kitabını okuduğum için konuşmamızı kayıt altına almak istedim. Evine doğru yola çıktığımda kalbim küt küt atıyordu. Güzel, bembeyaz duvarlı, yeşil çatılı ağaçların arasında güzel bir evdi. Hafif esen rüzgâr ile evin bahçesinden güzel sümbül kokuları yayılıyordu.
Eve girdiğimde eşi kapıda bekliyordu. Onun Savaş Ve Barış kitabını çok kez düzelttiğini öğrendim.
Ben normalde Tolstoy’u tanıyan biriydim ama sorular sormak istedim. Onun ağzından dinleyeyim dedim. Onun dışında ben 23 yaşındayım. Tolstoy’a çok ilgim var. Tolstoy’un odasına girdiğimde önümde iki koltuk bir masa masanın arkasında da bir koltuk vardı. Masanın sağındaki duvarda birkaç kitaplık vardı. Koltukta ak sakalları uzun, gözleri kahverengi, beyaz tenli saçı seyrek bir adam oturuyordu.
Tedavisi şu an mümkün olmayan hastalığıyla ilgili kısa bir bilgilendirmeden sonra sohbete başladık:
-Merhaba, nasılsınız? Ben doktorunuz Andrey.
-Pek iyi değilim.
-Neden peki?
-Rus halkının çöküntüsü beni hastalığımdan daha beter ediyor.
-Siz zaten Rus halkına bütün servetinizi verdiniz. Biraz kendinize önem vermelisiniz.
-Yaptıklarımla mutlu olamıyorum. Hayattaki en büyük pişmanlık pişman olurum diye yapmadıklarınızdır.
-Peki çocukluğunuz nasıl geçti?
-İyi değildi. Aristokrat (seçkin, soylu) bir ailede doğdum. Annem ve babam ben küçük yaştayken öldü. Eğitim hayatımın da pek iyi geçtiğini söyleyemem. Öğretmenlerim benle alakalı iyi şeyler söylemezdi.
-Bildiğim kadarıyla askerliği bıraktınız. Neden bıraktınız?
-Kırım savaşındaki ölenlerin çokluğu beni dehşete düşürdü ve askerliği bıraktım.
-Sizin en çok etkilendiğiniz yazar hangisidir?
-Victor Hugo.
-Bir hikaye yazacaksak bize ne tavsiye edersiniz?
-Çok gezin. Ben kitaplarımı yazarken Avrupa’nın birçok ülkesini gezdim. Rus köylerinin de birçok bölümünü gezdim.
-En mutlu olduğunuz an hangisiydi?
-Rus köylü çocuklarına 13 okul yaptırdığım zaman.
-Size nasıl hitap edeyim?
-Benim adım Lev Nikolayeviç Tolstoy.
-Bu kadar olumsuzluğun içinde umut verici bir olay var mı?
-Tabi, ben 67 yaşındayken bisiklet sürmeyi öğrendim.
-Aaa ne ilginç. Ben de bisiklet sürmek istiyordum. Şu anda 81 yaşında olmalısınız.
-Evet. Doğru. Hiçbir şey için geç değildir. Öğrenebilirsiniz.
-Şu bisiklet meselesi var ya belki o bir gün seninle alakalı bir şekilde anılır.
-Belki olabilir. Hayatın ve sonrasında neler getireceğini kim bilebilir ki.
-Evet, ben sizi fazla tutmayayım. Yarın görüşürüz.
-Evet Tolstoy Bey, bu tatlı sohbet için size çok teşekkür ederim.
-Ne demek. Konuşmak iyidir. Ama dinleyen konuşandan daha akıllıdır.
-Aaa. Güzel söz hem de doğru.
-Son olarak hayatta bir şey aradınız mı?
-Evrensel bir gerçeği aradım evlat.
-Çok teşekkürler. Kendinize iyi bakın.
-Görüşürüz.
Bu görüşmemizden sonra kendisini iki kere daha ziyaret ettim ardından başka bir beldede çalışmaya başladığım için görüşemedik. Durumu ağır olduğu için son ziyaretlerimde konuşamadık. Mutsuz, halsiz ve isteksiz görünüyordu.
Bir yıl sonra arkadaşlarımla evimde çay içiyorduk. Serin bir gündü. Bahçedeki yapraklar dökülüyordu Evden çıktığımızda Tolstoy'un öldüğünü öğrendik. Polis cenazesine gelenleri sınırlandırmaya çalıştı ama başaramadı. İyi ki onla bu konuşmayı yapmışım diye düşündüm. O sadakatli cesur iyi bir insan olarak anılacak. Her ameliyata girdiğimde bana söylediği şu sözü kulaklarımda yankılanıyor:
-Bedeni ameliyata almak için vücudu uyutmak, ruhu ameliyata almak için uyandırmak gerekir.