Yazar: Hatice Ebrar Dürüyen (12 Yaşında)
Editör: Hanne Karataş (10 Yaşında)
O-ku-ma bay-ra-mı. Herkes arkamdan övgüler yağdırdı. “Nasıl da okudu canım kızım, aynı ben,” “Hayır, bana çekmiş,” dediler. “Çok büyük bir şey yaptım herhâlde,” diye düşüncelere daldım. Gelecekteki hedefime yani pilotluğa bir adım daha yaklaşmıştım.
“İstediğin bir şey var mı?” diye sordu annem. Tabii, ensevdiğim kısımlardan biri hediye. Aklımı yakacak kadar düşündüm. O çocuk aklımla istediğim en iyi şey bir oyuncak olmalıydı ama değildi. “Taşınalım!” diye haykırdım. Etrafımdaki herkes kahkahalara boğuldu. “Bir çikolata sözümüz olsun,” dedi annem. Şu sınırlamalardan daha bir yaşındayken nefret etmiştim ve hâlâ da ediyordum. “Hayır, ben taşınmak istiyorum!” diye bağırdım. Beni ciddiye almıyorlardı. Dinlemiyorlardı ve sanki komik bir şey söylemişmişim gibi aralarında kıkırdıyorlardı. Acaba pilotluğu bırakıp palyaço mu olsam, çünkü herkes gülüyor bana.
“Neden taşınmak istiyorsun ki?” diye sordular. Ancak bunun cevabı fazlasıyla netti ve bunu zaten yıllardır anlatmaya çalışıyordum. Sıkıntı sağdaki dükkandı. Temas ederdi bizim apartmana. Asfaltına rengârenk çiçekler çizilmiş, çatısı maviye boyanmış. Sarı duvarların her birinde gökkuşağı ve çeşitli çocuk çizimleri vardı. Kapısının üstüne ziyaretçileri güneşten koruyan bir perde gerilmişti. Bizim apartman dükkanın yanında çok sıkıcı duruyordu.
Bazı insanlar bu rengârenk dükkanın görünüşüne kanıp içeriye giriyor ve zavallı çocuklarının da kollarından çekiştirerek içeri sürüklüyorlardı. Çocuklar buranın korkutucu olduğunu anlardı. Dükkana ağlayarakgirerlerdi. İçeride ise çığlığı koparırlardı. Orada ne yaptıklarını bilmiyorum ama korku tünelinden daha korkunç olduğunu anlayabiliyordum. Çocuklar dışarıya gözleri sulu sulu çıkarlardı. Anneleri ise teselli etmek için uğraşırlardı. “Bak güzel oldu. Artık rahatsız olmayacaksın,” sözlerini çok duyardım. Ama çocuğun derdi başkaydı. İçeride onu yeterince korkuturlardı.
Dükkan sahibi de az değildi. Güzel kesimli bir bıyığı, bembeyaz gömleği, sapsarı saçları vardı. Ama gerçek yüzü bambaşkaydı. Herkesi gözetlerdi. Erkek olmasına rağmen gün yaptığından emindim. Üstelik pasaklı biriydi ve dükkanın içine sarı, kahverengi ve siyah teller dökerdi. Zavallı temizlikçi abla orayı temizlemekten bıkmıştı. Dükkan sahibi içeriye gelen çocukları alır, kapıyı çat diye kapatır, temmuz sıcağında onları bir örtüye sarardı. Orada çocuklara neyi neden yaptığını kimse bilmiyordu. Bence iyice anlattım olanları. Korkudan tırnaklarınızı yediğinizin farkındayım. Daktilomun başından dükkanın adını okuyabiliyorum: Ber-ber.