top of page
Ayşe Hümeyra Göcek

Çocuk ve Canavar

Yazar: Ayşe Hümeyra Göcek (13 Yaşında)

Editör: Mustafa Asım Acar (12 Yaşında)



Henry, kamp alanından uzaklaştığının farkına bile varmamıştı. Ormanın büyüsüyle dağlık bir bölgeye geldiğini duyduğu ses ile fark etti. Etrafına bakındı, galiba kaybolmuştu. Fakat oradayken sıkılmıştı. Altın sarısı saçlarını gözlerini kapattığı için geriye itti. Üzerindeki siyah beyaz takım elbiseyirahatsız olduğu için çekiştirdi, neyse ki dikkati çabucak dağılıyordu. Bakışları ormana döndü. Dağların uzunluğunu düşünemeden edemedi. Babası kadar uzun olabilirler miydi? Babasının dağlar kadar uzun olduğuna emindi çünkü o uzun boyu yüzünden yüzünü görmek imkansız gibiydi. Hatta bir keresinde yüzüne bakabilmek için sandalyeye çıkmaya çalışmıştı, kardeşi ise bu görüntüye çok gülmüştü. O sesi duyunca dikkati yine dağıldı. Ses, çalıların ardından geliyordu. Birden meraklandı. Minik adımlarla ilerledi, çalıları geçince ileride bir köprü olduğunu gördü. Biraz hızlandı ve karşısına bir mağara çıktı. Aynı ses daha gür bir şekilde yükselince birden yere düştü. Kulakları sızlamıştı. Zorlukla da olsa kalktı ve hızla mağaraya koştu. 


İçerisi garip bir şekilde yosun ve çamur kokuyordu. Ve biraz da… Salça! Mağara karanlık olmasına rağmen korkmamıştı. Fakat karşısında kocaman bir canavar görünce nefesini tutmak zorunda kaldı. Bu da neydi böyle? Vücudu sert pullarla kaplıydı. Siyah beyaz bir rengi vardı. Takım elbisesiyle aynı renge sahipti, korkudan altına kaçıracak raddeye gelse bile bu onu güldürdü. Ve bağırmak isteyen zihnini susturdu. “Ne kadar garip bir yaratıksın,” dedi. Bunu sesli dile getirmesi canavarın korkunç bakışlarıyla karşılaşmasına yol açmıştı, hızla bakışlarını kaçırdı. Sonra yaratığın ayağını sımsıkı tuttuğunu fark etti. Bir ağaç dalı gördü, oldukça keskin duruyordu. Ayağına diken batmış olmalıydı. “Sakın yaklaşma!” dedi yaratık ürkütücü bir sesle. Henry mağaradan hayatta çıkmak istiyorsa bir iyilik yapmalıydı. Birden dalı tek hamlede çekti. Kolay olmuştu o kadar sert bir şeyin bu kadar hızlı çıkabilmesi. Canavarın şaşkın bakışlarına onay verdi. “Şimdi geçmiştir ağrısı,” dedi dal parçasını kenara atarak “Teşekkürler,” diye adeta kükredi canavar. Bu “Seni affettim,”anlamına mı geliyordu? 


Henry temkinle nefesini verdi. Evet, yaşıyordu! Ölmeyecekti! Artık annesinin o nefis kurabiyelerini yiyebilecekti! “İyi bari. Zaten ölmek de istemiyordum,” dedi. Güldü. Sonra “Neden buradasın?” dedi bir anda ciddileşerek. “Neyden bahsediyorsun sen?” dedi canavar diken batan ayağını açıp yere yerleştirirken “Burası benim evim, davetsiz misafir olan sensin.” “Çok kabasın,” dedi Henry ciddiyeti bırakıp dudaklarını bükerek. Dikkati yine dağılmıştı. “Yine de beni yemeyeceğine gerçekten sevindim!” Canavar zorlukla nefesini verdi. Bu konuşma bir süre daha devam etti. Birkaç dakika içerisinde Henry, bu yaratıkla yanlışlıkla arkadaş olduğunu fark etti. Şaka gibiydi.  


Neyse ki en sonunda mağaradan kovulmuştu. Ve kamp alanına geri döndü. Tabii bu canavarı unuttuğu anlamına gelmiyordu. O biraz eğlenceli miydi sanki? Telefonun kelime anlamını açıklarken canavarın ona nasıl baktığını hatırladıkça gülüyordu. Hatta geceleyin aklına gelince kalkıp gülmesini bitiriyor ve sonrasında tekrar yatıyordu. “Gerçekten öyle anne,” demişti kardeşi. “Birden kalkıp gülüyor sonra ise tekrar yatıyor. Abim gerçekten korkunç!” Canavara böyle bir dünyada ne aradığını sorduğundaysa “Bizim de bir soyumuz var. Dinozorlar çağından beri yaşıyoruz,” cevabını almıştı. Canavar en son garip bir şekilde teşekkür etmişti. Henry bir süre bunun anlamını düşünmüştü ama anlayamamıştı. Yine de sık sık canavarı ziyaret etmeyi ihmal etmedi. Ve sonsuza kadar arkadaş kaldılar. 

bottom of page