Yazar: Rabia ÇİLTAŞ (10 Yaşında)
Editör: Zümra GÜLERYÜZ (11 Yaşında)
Şef Editör: Yağmur KARACAN
Sıcacık bir yaz günüydü. Çocukların ağlaya ağlaya annelerine aldırdığı dondurmaların, yaşlıların şapur şupur içtiği limonataların tatları çok güzeldi. Her yer çocuk sesleriyle dolmuştu. Parklar tıklım tıklımdı. Çocuklar çoook ama çoook eğleniyordu. Ama anne ve babalara sorarsak bu sıcacık yaz gününde dışarı çıkmak kadar saçma bir şey yoktu.
Anneler haydi artık hava çok sıcak bunaldım gitme zamanı geldi diyorlardı. Ama çocuklar oyuna öyle dalmışlardı ki annelerini duymadılar bile. Anneler birkaç kez daha gitme vakti geldi işim var benim dediğinde çocuklar, 5 dakika daha deyip duruyorlardı.
Anneleri o kadar ısrar ettiği için çocuklar artık bıkıp siz gidin o zaman, biz biraz daha duralım dediler. Anneler kabul edip, geç gelmeyin sakın ha yoksa daha dışarıya çıkamazsınız diyerek evin yolunu tuttular. Anneler tini mini yürüdüler, yürüdüler yürüdüler, yol bitmedi konuştular ve yoruldular. Yürürken keşke çocuksuz bir dünya olsaydı ne güzel olurdu diye konuştular.
Akşam olmuştu, fakat çocuklar hâlâ eve gelmemişti. Anne ve babalar çocukları nerede kaldı diye çok endişelenmişti. Ve tabi ki de Ayşe Hanım ve eşi Ahmet Bey de öyleydi. Bütün komşular sokaklara döküldü ve birlikte aradılar taradılar, taşları kaldırıp altlarına baktılar, güçlü babalar ağaçları kaldırıp baktılar, kuyuların diplerine baktılar, gökyüzüne baktılar, teleskopla yıldızlara baktılar, evlerindeki dolapları açıp baktılar (çocuklar en çok dolaplara saklandığı için), oynadıkları parka gittiler. Olamaz, çocuklar oynadıkları parkta yoktu!
Anne ve babalar ümitlerini kesmemişlerdi. 9-10 park daha gezdiler ama çocuklar hiçbirinde yoktu. Saat geç olmuştu, herkes evlerine dağıldı. Anneler keşke çocuklarımızı parkta tek bırakmasaydık diyerek pişman olmuşlardı. Acaba çocuklara ne olmuştu ? Sanki bir portal açılmıştı da içine girip oradan olanları izliyorlardı. Belki de kötü adamlar onları kaçırmıştı, kim bilir?
Gece kimsenin gözüne uyku girmemişti. Sabah olmuştu. Ahmet Bey haber izliyordu. Bütün haberlerde dünyadaki tüm çocukların yok olduğu bahsediliyordu. Bu çok tuhaftı. Dünyadaki herkes çocukları arıyordu. Anneanneler, dedeler, babaanneler, teyzeler, halalar, anneler, babalar. Hatta kediler, kuşlar, köpekler, ahtapotlar, kaplumbağalar, sivrisinekler, güller, laleler, sümbüller... Her gün dolup taşan parklar, oyuncakçılar, pamuk şekerciler artık bomboştu.
Tam 30 gün olmuştu. Çocuklarından şikayet eden, onlara zaman ayırmayan anne ve babalar çok pişman olmuştu. Okullar bomboştu ,öğretmenler sınıfa gelince hiç çocuk olmadığı için bakıp bakıp, ağlayıp sızlayıp duruyorlardı. Benim Zeynep'im nerede, benim Hatice'm nerede, benim Yusuf'um nerede, benim Ali'm nerede diye düşünüp, kafalarını kaşıyıp durmadan ağlıyorlardı.
Oyun parklarının salıncakları ve kaydırakları paslanmıştı. Okul servisleri çalışmıyor, çocuk doktorları psikolojik sorunlar yaşıyor, kırtasiyeciler dükkânlarını kapatıyordu. Çocuklar için kitap yazanların bir amacı kalmamıştı. Çoğu insanlar artık çalışamıyordu, işsiz kalmışlardı.
Sokaklar artık ıssızdı ve hiç ses yoktu. Ama eskiden her yerde çocuk sesleri ve neşesi vardı. Anneler çocuklarına çocuksuz bir dünya olsa ne güzel olurdu dediklerine çok ama çok pişmandı. Ayşe Hanım ve eşi Ahmet Bey çocuklarıyla geçirdikleri zamanları, yaptıkları resimleri, oynadıkları oyunları, yaptıkları yapbozları hatta bıktıkları hâlde yardım ettikleri ödevleri bile çoook özlemişlerdi.
Peki çocuklar neredeydi? Dünyanın sonu mu gelmişti? Renklerin de bir anlamı kalmıyordu. Kız çocuklarının pespembe hayalleri, renkli renkli şekerlemeleri, oyuncak bebekleri olmayacak mıydı yani? Ya da erkek çocukların masmavi hayelleri, renkli renkli şekerlemeleri, oyuncak arabaları olmayacak mıydı yani?
Sizi çok meraklandırmayayım. Yok olmayı çocuklar istemişti. Çocuksuz bir dünya nasıl olurdu göstermek istemişlerdi. Anneleri giderken onları biraz dinlemişlerdi. Annelerinin çocuksuz bir dünya istediğini duymuşlardı ve onlara bir oyun oynamak istemişlerdi. Ellerini 3 kez şıklatarak bir büyücü çağırmışlardı. Olanlardan kısaca bahsedip dünyadaki tüm çocukları yok etmesini istemişlerdi. Büyücü portal açarak çocukları başka bir dünyaya gönderdi ve bir kamera koydu. Çocuklar her şeyi oradan izliyordu.
Çocuklar büyücünün gönderdiği yeri çok sevmişlerdi birlikte oyunlar oynamışlardı, resimler çizmişlerdi, yapbozlar yapmışlardı hatta uçmuşlardı bile. Büyücü çocukları çok sevmişti. Onları doyuruyordu, yatırıyordu, hatta küçük çocukların tuvaletini bile yaptırıyordu. Ama çocuklar 2 ay geçince artık dayanamayarak büyücüye gitmek istediklerini söylediler. Büyücü onları dünyaya gönderdi. Dünyayı cıvıl cıvıl çocuk sesleri kapladı. Herkes koşarak çocuğuna hasretle sarıldı. Ve evlerine gittiler.